Merhaba,
Ben Songül Arslan.
Güvencesiz bir şekilde YAŞAMAK için çalışıyordum. Her şey çok yorucuydu. Uzun saatler boyunca, tatil nedir bilmeden çalışıp az ücret aldım. Üniversite içinde düzenlenen ve havalı bulunan partilerde saatlerce çalışıp, para almayan/alamayan arkadaşlarım ile her gün, sabahın erken saatlerinde servise doluşuyorduk. Yanlış anlaşılmasın keyfimizden değil para almamazlığımız. Para vermediklerindendi, köle gibi çalışmamız. Sesimizi çıkarırsak kovulacağımızdandı... Güvencemizde hiç olmadı.
Ben Songül Arslan.
Güvencesiz bir şekilde YAŞAMAK için çalışıyordum. Her şey çok yorucuydu. Uzun saatler boyunca, tatil nedir bilmeden çalışıp az ücret aldım. Üniversite içinde düzenlenen ve havalı bulunan partilerde saatlerce çalışıp, para almayan/alamayan arkadaşlarım ile her gün, sabahın erken saatlerinde servise doluşuyorduk. Yanlış anlaşılmasın keyfimizden değil para almamazlığımız. Para vermediklerindendi, köle gibi çalışmamız. Sesimizi çıkarırsak kovulacağımızdandı... Güvencemizde hiç olmadı.
Çocuklar, iş, hayat derken çok yoruluyordum. Evde çalışmaktan, işte çalışmaktan, sıkıntıdan, stresten çok yoruluyordum. Nitekim ağrılarım başladı. Yavaş yavaş başladı. Bir gün çok çalışmaktan belim ağrıdı. Bir gün yetişemediğim bu hayatın yorgunluğuna yenik düşüp ağzımın tadı tuzu kalmayınca, şekerim düştü. Sonra başıma ağrılar girmeye başladı. Konuşamadıklarımın beynimin içinde olan kavgasından mı bilmem, çok ağrıdı... ağrıdı... ağrıdı... ağrıdı... Ben çalıştıkça beynim ağrıdı. Doktora da gidemedim... Doktor dediğin şey çok para... Aman Allah, akşam eve giderken patates alacağım para, o para. Karın doyması beklemez ama baş ağrısı bekler dedim. Her gün ekmeği olanın bu ayrımı anlamasını da hiç beklemedim...
Sonra bir gün uyandım...
Hava güzeldi. Giyindim. Herkesin ki gibi bir gündü işte. Herkesle aynı güneşe baktım. Son bakışımmış gibi baktım. İşe gittim. Çalıştım... Beynim çok ağrıdı. Ben çalıştım... Beynim ağrımaya devam etti... Ben çalıştım... Beynim ağrıdı... Ben çalıştım... Sonunda nöbet değişim vakti, tamamen tükendiğim bir anda, düştüm...
Bedenimden ruhum çıktı gibi oldu. Kendi kendimi izlemeye başladım. Birileri geldi. Beni uyandırmak istedi, çabaladılar da. Onlar beni ayıltmaya çalıştıkça ruhum ile bedenim arasındaki göbek bağım yavaşça zayıflamaya başladı. Çalıştığım yerdeki yurt müdürü yavaş hareket ettikçe, çalıştığım yerde bir doktor olmayınca, onu geçtim bir hemşire bile olmayınca, bendeki güç azalmaya başladı.
Sonra bir gün uyandım...
Hava güzeldi. Giyindim. Herkesin ki gibi bir gündü işte. Herkesle aynı güneşe baktım. Son bakışımmış gibi baktım. İşe gittim. Çalıştım... Beynim çok ağrıdı. Ben çalıştım... Beynim ağrımaya devam etti... Ben çalıştım... Beynim ağrıdı... Ben çalıştım... Sonunda nöbet değişim vakti, tamamen tükendiğim bir anda, düştüm...
Bedenimden ruhum çıktı gibi oldu. Kendi kendimi izlemeye başladım. Birileri geldi. Beni uyandırmak istedi, çabaladılar da. Onlar beni ayıltmaya çalıştıkça ruhum ile bedenim arasındaki göbek bağım yavaşça zayıflamaya başladı. Çalıştığım yerdeki yurt müdürü yavaş hareket ettikçe, çalıştığım yerde bir doktor olmayınca, onu geçtim bir hemşire bile olmayınca, bendeki güç azalmaya başladı.
Bedenime tutunmak için çok çabaladı ruhum.
İnanın çok çabaladım.
Çok bekledim.
Dakikalarca.
İnanın çok çabaladım.
Çok bekledim.
Dakikalarca.
Ağladılar başımda. “Susun” diye bağırdım. “Doktor bulun” dedim. Ama yoktu(!) Ne bir ambulans geldi ne bir doktor ne de bir hemşire. Her bayılmayı tansiyon sandığımızdan olsa gerek, beni de çok sarstılar. Onlar beni sarsmaya devam ettikçe ruhum ile bedenim arasındaki göbek bağı gittikçe zayıfladı. Sonra birileri geldi. Sıradan bir araca taşıdılar beni, çöp poşetiymişim gibi. Sallana sallana götürdüler. Yollarda çok çukur vardı sanırım ya da çok taş vardı, yaşamım boyunca olduğu gibi. Araba zıplamaya devam ettikçe göbek bağım daha da zayıfladı.
Onlar beni sarstıkça, araba zıpladıkça, zaman geçtikçe zayıflayan göbek bağımı tutamaz oldum. Bedenim ve ruhum bağımsızlığını ilan ediyor gibiydi...
Ve sonunda, bir saati tamamlayacak kadar çok dakika sonunda geldik hastaneye.
Beynimin içi kanıyordu(!)...
Müdahale ettiler ama sanki çok geçti. Çünkü bedenim ve ruhum arasındaki bağ kopmuş, ruhum öylece bedenimin elini tutmuştu sadece. Beynimin içi kanamaya devam etti.
Ruhum elimden tutunca anladım. Konuşmadıklarım gözlerimden yaş olup akacakken, beynimin içinde kan olup akmış. Kalbim bu ağlamaya dayanamamış durmuş, sonra yine yorgunca atmaya devam etmeye karar vermiş…
Geç anladım patatesin bekleyebileceğini...
Gece ruh gibi biraz gezindim. Hastahanenin dışına baktım. İnsanlar ağlıyordu. Ağlayın dedim, ağlayın. Gözyaşlarınız akmaz ise beyniniz kan ağlar. Siz ağlayın.
Kapının önünde gülen insanları gördüm. Çalıştığım şirketin ve şirketin bizi çalıştırdığı okulun, yetkili abilerini... Onlar gülüyordu. Hatta okulda görevli bir şef “goool” diye bağırdı. Maç izliyordu. Sanırım kan ağlamak önemsiz bir şeydi, en azından bir golden.
Ben ise o sıra boş vermeyi öğrenip bakmaya devam ettim. Kalabalık arasında öğrencileri seçtim. Kara kıvırcık saçlı bir kadını gördüm. Daha dün ona tost yaptığımı hatırladım. Domatesli tost istemişti de ben tostun yanına domates kesip vermiştim “abla ya” demişti. “Beynimin kan ağlaması bitince, domatesli tost yapmayı öğreneceğim” dedim...
Zaman geçti, insanlar yoruldu. Yeni bir gün doğdu, ruhum da yoruldu. Ruhum, bedenimin elinden çekti elini yavaşça. Kaydı elleri birbirinden. O eller avuçların arasından gidince her şey birden durdu…
Onlar beni sarstıkça, araba zıpladıkça, zaman geçtikçe zayıflayan göbek bağımı tutamaz oldum. Bedenim ve ruhum bağımsızlığını ilan ediyor gibiydi...
Ve sonunda, bir saati tamamlayacak kadar çok dakika sonunda geldik hastaneye.
Beynimin içi kanıyordu(!)...
Müdahale ettiler ama sanki çok geçti. Çünkü bedenim ve ruhum arasındaki bağ kopmuş, ruhum öylece bedenimin elini tutmuştu sadece. Beynimin içi kanamaya devam etti.
Ruhum elimden tutunca anladım. Konuşmadıklarım gözlerimden yaş olup akacakken, beynimin içinde kan olup akmış. Kalbim bu ağlamaya dayanamamış durmuş, sonra yine yorgunca atmaya devam etmeye karar vermiş…
Geç anladım patatesin bekleyebileceğini...
Gece ruh gibi biraz gezindim. Hastahanenin dışına baktım. İnsanlar ağlıyordu. Ağlayın dedim, ağlayın. Gözyaşlarınız akmaz ise beyniniz kan ağlar. Siz ağlayın.
Kapının önünde gülen insanları gördüm. Çalıştığım şirketin ve şirketin bizi çalıştırdığı okulun, yetkili abilerini... Onlar gülüyordu. Hatta okulda görevli bir şef “goool” diye bağırdı. Maç izliyordu. Sanırım kan ağlamak önemsiz bir şeydi, en azından bir golden.
Ben ise o sıra boş vermeyi öğrenip bakmaya devam ettim. Kalabalık arasında öğrencileri seçtim. Kara kıvırcık saçlı bir kadını gördüm. Daha dün ona tost yaptığımı hatırladım. Domatesli tost istemişti de ben tostun yanına domates kesip vermiştim “abla ya” demişti. “Beynimin kan ağlaması bitince, domatesli tost yapmayı öğreneceğim” dedim...
Zaman geçti, insanlar yoruldu. Yeni bir gün doğdu, ruhum da yoruldu. Ruhum, bedenimin elinden çekti elini yavaşça. Kaydı elleri birbirinden. O eller avuçların arasından gidince her şey birden durdu…
Derin bir nefes doldu içim.
Şimdi ben özgür müyüm? Bozuk düzenin neresinde, yaşayan bir ölüyüm? Bir hayalet gibi dolanıyorum ortalıkta.
Neyse, sonra ne mi oldu?
ÖLDÜM.
Garip bir düzenin, canı tatlı çocukları olduğumuzdan unuturuz her şeyi. Ben de benden önce ölen birçok insanı unuttum... Ama onların benim gibi yaşama ihtimali yoktu. Ben kendi yaşama ihtimalimin içinde boğularak öldüm. Hem de para içinde yüzen insanların, havuzlarından bir miktar para eksilmesin diye.
Şimdi soruyorum size; daha fazla ölmemem için ne yapmalı?
Gamze Çevik
Şimdi soruyorum size; daha fazla ölmemem için ne yapmalı?
Gamze Çevik
Not: